22 Ağustos 2013 Perşembe

zormalama güzelim zormalama

hey yo watz app??

blog yazmayalı resmen yıllar geçmiş. blog yalnızlıkla alakalı dostum. bak evde kimse yok, yapılcak iş çok. tam blog havası.

yine sinirlerimi zıplatan şeyleri buraya yazsam da rahatlasam ne güzel olur.

şu ara sinir olduğum bir durum var, şöyle ki;

insanlar güçleri yettiği kadar israf yapıp, güçlerinin yetmediği kadarını yazanlara çamur atıyor. meseleyi açalım; arkadaş gidip ninewest'ten çanta alıyor, lv alamadığı için de lv alanlara oha o kadar para bir çantaya verilir mi diyor? ama gülüm ninewest'e verdiğin para da başkasına göre oha.

ayrıca üşengeçlikten kendi yapamadıklarını yapanlara da gösterişçi diyenler, size de çok kızıyorum. güzellik istemek, güzel sunumlarla yemek yemek gösteriş mi? ben gazetenin üstünede yemek yemiyorum diye şımarık mı oldum?

bir sinir olduğum insan tipi de sürekli mesaj verme kaygısında olup, beni "yola" getirmeye çalışanlar. sen çok mu doğrusun ey kardeşim? bu insanlar peygamberin bile davranmadığı şekilde davranıyorlar. sen şunların sinirimi bozmasına fırsat verme ya rabbim.

bazı insanların huylarını nasıl sevmiyorum anlatamam. çok yakınımda olmasa ve bana mesaj vermeye uğraşmasa önemsemem belki. ama hem hayatımın belli bir noktasında cump diye geldi hem de beni değiştirecek. ben sana uyamam dostum. çünkü ben sen değilim. etkileme hayatımı, en masumumun bilinçaltını!

4 Eylül 2011 Pazar

homesick

yokluğunda çok kitap okudum blog, yalan.

bilmemkaçyüzmilyonuncu defa kendimi kitaplara adamayı düşündüm. kütüphaneden en afili kitabı seçtim, ipodumu elime aldım. sakin bir müzik dinlemekti amacım. du önce bi twitter'a bakayım. oh boy herkes eğleniyor. ben evde kitap mı okuyacağım. bugün hava güzel dedim ki beye haydi kalk da çıkalım biraz. yolda düşündüm.. ben pazarları sevmem ki dışarı çıkmayı?! anında ters bir u dönüşü, doğru eve! ama önce bi foursquare'de check in yapayım. diğ mi ama

allahım sen beni sosyal medya uğruna birşeyler yapmaktan koru. mesela şu güzel pazar günü gururla söylüyorum ki i'm at home. i'm drinking coffee. i'm ironing. pazar günleri yapmayı en çok sevdiğim şeyin temiz bir evde ütü ve yemek yapmak olduğunu söylesem kim inanır. seviyorum yeminlen. vallahi sizin trafikte iki gıdım manzara görmek için çektiğiniz çileden daha güzel. biryere gideceksem pazar sabah erkenden giderim, e ona da üşenirim. o halde sit down.

aslında hepiniz bunu seviyorsunuz. yoksa neden düzenli evlerde battaniyesini sarılmış oturan, yemek yapan insan fotolarıyla dolu ikea kataloglarına ağzımız sulanarak bakalım ki.

7 Temmuz 2011 Perşembe

Do not follow me on twitter pls.

Uzun zaman sonra tekrar beraberiz blogseverler.
Kac gundur dusundugum bir sorunsalim var. Hemen paylasayim;
İnternet ortaminda her aklina geleni, hissiyatini paylasmayi ozgurluk olarak gorup paylasanlar var. Ama nedense sonuclarina katlanmak istemiyorlar. İnternette yazdiklari herhangi birseyindonup dolasip onlerine cikmasina tahammul edemiyolar. Oncelikle sunu soyleyeyim; burasi benim ozgurluk alanim diye birsey yok. Hersey public, ozellik nerde, ozgurluk nerede ben anlamiyore.
Benim dusturum, yarin oburgun yuzume soylendiginde utanmayacagim seyler yazmak. Bazilari bunu iki yuzluluk olarak gorebilir. Cunku ben aslinda olmadigi gibi yazip cizenler hakkinda oyle dusunuyorum. Ama bu kendini farkli gostermek degil, sadece her turlu ozeli paylasmamak. İnternetteyken ailemle veya arkadaslarimla oldugun gibi olmak zorunda degilim. Sosyal ortamlarin carpikligi iste burda one cikiyor, herkes birbirini yanlis tanidigini dusunuyor. Ama oyle degil, ben anne olarak baskayim, es olarak baska, evlat olarak baska ve arkadas olarak bambaska. Bunlarin hepsi bir olmak zorunda degil, olamaz da zaten. Yillarca heryerde farkli bir "ben" olmami ikiyuzluluk olarak degerlendirip her ortamda ayni olmaya calistim. Ama olamaz, her durumun gerekliligi farkli oluyor. Bosuna bir cabaymis.
İnternetteki ozgrluge gelince, ben de herkes gibi orda burda yazdiklarimin yuzume soylenmesinden hoslanmiyorum. Bilmelerini istemedigimden degil, sadece o kisilerle o meselenin tartismasini yapmak istemiyorum. Yani utanilacak birseyleryazmis olmasam da baskalarindan duymayi sevmiyorum.
Utanilacak seyler olmasa da yazilanlar, uzerinden zaman gecince manasini yitirebiliyor. 6 senedir blog islerinin icindeyim, 6 sene once komik bulup yazdigim seylerin benim adim altinda kayit altinda olmasindan hosnut degilim. Bu kadar seffafliga gerek yok bence. Simdi gizli isimle internette dolasan insanlari daha iyi anliyorum.
Mesela benim ismimi aratsaniz, 16 yasinda bir dergiye yazdigim bir iki cumlelik dusuncelerim cikiyor. Nerden bileyim derginin arsivinin internette oldugunu o zamanlar!

16 Şubat 2011 Çarşamba

hayır onu vermem

rent a coder'a üye oldum.bana göre iş çıkar mı bakalım.. mezun olur olmaz üye olmalıydım. şimdi iş tekliflerine bön bön bakmayla yetindim. belki birşey çıkar.

bu günlerde biraz uyuzum, bildiğin uyuz.

elo iki yaş sendromu sebebiyle anlık hırçınlıklar geçiriyor. beni sorsan her daim hırçın. bir küsüp bir barışıyoruz..

29 Aralık 2010 Çarşamba

nerde kaldın ikibinonbir?

bu aralar küçük işleri yavaş yavaş yaparak uzun vadede neler kazanacağımı düşünüp duruyorum. okuduğum her kitap, blog bunu anlatıyor sanki..

hergün azıcık kitap okusam bir-iki ada bir kitap biter. ya da hergün bir dilim ekmek az yesem yılda bilmem kaç kalori eksik beslenmiş olurum. belki de kilo veririm. her gün bi iki satır yazı yazsam yıl sonuna defterler dolar. hergün 10 mekik çeksem fit olurum (olur muyum) neyse..

bu düsturu yıllardır bilirim de uygulamam. çünkü ben son dakika yumurta kapıya sıkışınca insanıyım. çok yanlış biliyorum. hz. muhammed azar azar olup devamlı yapılan ibadeti tavsiye ediyor. elbette iyi bir şeyi hayatın her anına yaymak lazım. yapamıyorum ama yapacağım. hadi yeni yıl kararı olsun bu. ho ho ho yeni yıl kararım oldu. hadi 2011 bana irade ver de devam edebileyim.

2011 senden barış istiyorum. 2011 senden çok şey bekliyorum bak beni utandırma. hadi göreyim seni 2010'dan daha güzel ol.

işte böyle de bir geyik var. 2011 bize bıdı bıdı ver. allah'tan iste ne isteyeceksen hey ademoğlu!

26 Kasım 2010 Cuma

Why the long face tony?

Bazen blog olayını çok saçma buluyorum. Yazacaksam cihana faydam dokunsun diyerek mesaj kaygili yazılar yazıyorum, öyle yazılar ki ben bile sıkılıyorum okurken..
Bugünlerde size çok mesajlar verebilirim. Çok doluyum, aklım yani, kalbim vs.
Ama hiç canım istemiyor. İnsan icine çıkıp iki laf edecek halim yok. Aynen öyle. Birazdan her buhranda olan hemcinsimin yaptıgı gibi kendimi turk kuaförlerine emanet edeceğim. Faydası olur mü göreceğiz. Ama geç kaldık ben sana soyliyim.

2 Kasım 2010 Salı

man-da-li-na 4 heceli, hazır pakette tek tek dilimli

geçen yıl 2 kasım'da şunu yazmışım: http://webmekteb.blogspot.com/2009/11/huy.html

bugün de aynı mandalina olayını düşündüm yeminlen. bu bir tesadüf olamaz. mandalina bana ne demek istiyor? herşeyin bir sebebi var. demek ki allah bunu düşünmemi istiyor. belki de mandalinayı çifter çifter yemek hayatımda bir dönüm noktası olacak. belki ha belki?!

bu kadar da geyik ötesi olunmaz. ilham çoktan gitmiş belli.

naber ilhami? nereye la daha karpuz..

minicik bir yamukla dünyaları yıkarım. yıkarım da kimseye belli etmem. içimde kös kös otururum. bu köslükten nazımın en çok geçtikleri nasiplerini alırlar. bağırış yakarış çıldırış.

vakitsizlikten içim sıkılır. sonra herşey süt liman olur. vakitler bana koşar. bu sefer de ben yayarım. bu blog da zaten bu yayışlarla doluyor. yapacak iş yok, hadi blog yazalım. aslında yapacak iş çok, harekete geçiş yok.

sanki ilham geldi gelecek. böyle bir his var içimde. cümleleri ben değil de bir başkası kuruyor sanki. hani öyle cümleler ki, dönüp baktığımda bunları yazan da kim diyeceğim. daha bir cümleyi bitirmeden ötekini söylemeye başlıyor, ben yazmaya yetişemiyorum. ilham böyle birşey olsa gerek. ilham denince aklıma hep eski komşumuzun ilhami adındaki damadı gelir. neyse ilham burda bitti. gerisi gelmiyor üzgünüm.

he ilham diyor ki; ben gelirim gelmesine de yazan eleman boş olunca benim varlığım pek belli olmuyor.

o zaman gelmeden önce haber ver de kitap filan okuyayım.

belki bir yorum yazan, ziyaret eden bir hemşerim olsa ilham hep gelir.

15 Eylül 2010 Çarşamba

hayalim üç kelime, o da şöyle;

nasıl bir tarzda blog yazmak istediğime karar verene kadar yıllar geçecek. aslında yemek blogcusu olmak benim yapıma ters arkadaş. ben ki yıllarca böyle şeylerle dalga geçmiş insan, yıllardır yemek blogu yazıyorum. sanırsın ki gurmeyim. dergilere poz vermeler, ben zaten hamurlarla oynamaya hep bayılırdımlar, mutfak benim için bir terapidir, sevdiklerimle yaptıklarımı paylaşmak beni benden alıyordurlar falanlar filanlar. yok arkadaş yok. yemek blogu yazmanın tek bir sebebi olabilir, o da şöyle; evli, mutlu, becerikli. başka bir izahı yok, gösteriş gösteriş gösteriş.
ben bu gel gitler içinde bocalarken dergide gördüğüm bir röportajım hemen havamı değiştiriyor. beceriklisin sen kızım, insanlar senden bunları öğrenmeli, millet bilgiye aç. sonra biri geliyor, blogun sayesinde bütün ramazan şahane yemekler yedik bik bik. obaa yaz kızım yaz. akşam ne yedin onu da yaz. misafire kaç çeşidi iki dakkada çıkardın onu da yaz.

20 Ağustos 2010 Cuma

stay in my feysbuk list, but get out of my life

çok kafam karışıyor çocuklar. bazı insanları anlamakta güçlük çekiyorum. hani bazen nerdeyse sorasım geliyor neden böyle davrandıklarını. kinaye değil, gerçekten merak..

bazı insanların benimle olan ilişkilerini sadece internet üzerinden sağlamak istediklerini görüyorum. ihtiyaç olursa diye cepte tutma diyelim.

bu insanlar beni facebookta ilk bulduklarında sevinç nidaları atan, özledim diye viyaklayan insanlar. böyle bir insana ne dersiniz? ben görüşelim o halde diyorum. amanııııın bin dereden bin su geliyor. hep mi yoğunsunuz şekerim. feysbuka ne ara giriyonuz? o zilyon küsür fotoyu ne ara ekliyonuz?

sırf bu yüzden feysbuk listemde ayıklama yapacağım. çok şükür şimdi yakın dostlarım var. gel zordayım dediğimde sorgusuz koşarak gelecek insanlar var. önceden daha da çok var sanardım, yanılmışım. hepsi fasa fiso.

ben de yapıyorumdur eminim görüşmek isteyip de aramamazlık.. dünya meşgalesine dalmış gidiyoruz. ama özledim diye viyaklayıp görüşme taleplerini geri çevirmem, davet edilirsem icabet ederim.

düşünüyorum bazen ben de mi problem diye ama yok.. eski arkadaşlıklar bittiyse yeniden kaynamıyor. zaten adam gibi bir dostluk olsa bitmezdi öyle değil mi?

bir de bir arkadaşım var ki, birbirimizi arayana kadar kabız oluyoruz. aradığımızda da sen gelmedin ben gelmem, ben gelmiştim sıra sende kavgasından görüşme planı ayarlayamıyoruz. geldi gittiye baktığımıza göre bu arkadaşlık da kelek çıktı. di mi?

hele bir arkadaşım var ki; tam bir facia. benimle ilk tanıştığında hemen telefonumu istedi. onun eforlarıyla biz görüşmeye başladık. ben yine yabaniyim tabi, o uğraşıyor. en sonunda samimiyeti yakaladık zannederken ipler koptu. ben bu kadar naza gelemem arkadaş. lisede miyiz ayol.

neyse dostum arkadaşlarımla ilgili münasebetlerim anlatmakla bitmez. yıllarca adam gibi bir arkadaşım olmadı. neyseki şimdi süper hüper arkadaşlarım var. nazara geleceğiz diye korkuyorum, o kadar süperler.

16 Temmuz 2010 Cuma

Sosyal medya insaniyim, oyleyse varim.

Su benim yazdigim tarzda blog yazmak kadar sacma bir olay daha varsa o da ihlsozluktur. Bence beni tanimiyorsaniz hic bu blogu okuyup da vakit kaybetmeyin. Butun sosyal medya hesaplarimi kapatasim geliyor bazen. Cekindigim nokta hicbir zaman "ya tekrar yazmak istersem" olmuyor, "ya milleti takip edemezsem" oluyor. Of keske su sosyal medyadan hic kimsenin baskisi olmadan, kendi arzumla kopmayi basarabilsem. Deli gibi kitap okusam...

13 Temmuz 2010 Salı

you make me sad, you know?

bazı insanlar vardır; kimse onu üzemez derler onlar için.. ya da hiçbirşey onu üzemez, kimsenin onu üzmesine izin vermez vs.

şimdi bu izin vermeme durumu nasıl oluyor? vakur bir duruşla veya herkesin istediğini yaparak kimseye kötü birşey söyletmeme mi yoksa, kim ne derse desin umursamamak mı?

yöntem ne olursa olsun, ben üçünde de çuvallıyorum. ne herkesin istediğini yapıyorum, ne vakur bir duruşla saygı uyandırıyorum, ne de söylenenleri takmamazlık ediyorum...

bunlardan en kolayı herkesin istediğini yapmak oluyor bazen. dışardan bakıldığında hiç de öyle aciz bir insan gibi görünmesem de ufak işlerde bazıları ne derse onu yapıyorum. şu rengi al, tamam, şunu giy tamam, şuraya git tamam. çünkü tamam demezsem karşımdaki üzülecek. üzülünce beni üzecek. en iyisi kendi kararımı uygulayamamaktan dolayı az da olsa üzülmek. karşımdaki mutlu olunca zaten bir şekilde verdiğim kararın en iyisi olduğuna beni ikna edip içimi rahatlatıyor zaten. çok saçma değil mi? bu olmaz, ben kendi kararlarımla mutluyum no : 1

vakur duruş. bu yok.

takmamak. bunu yapıcam artık. karşımdaki ufak birşey söylemiş olabilir, o unuttu gitti. neden benim günüm, gecem mahvoluyor? o farkında mı? hayır.. takmıyoruz no : 2

3 Haziran 2010 Perşembe

eleştir baby

tek işi insanları elşetirmek olan insanlar var. eleştireyim, hepsiyle dalga geçeyim. bazen ben de öyle oluyorum biliyorum.
ama mesela geçen gün gazetede gördüm; hatun kişi, çocuklarına annecim diye seslenen annelere sinir oluyormuş. ol. sonra böyle sırf muhalefet olmak için söylenmiş sözler var. gayet normal şeyleri bile eleştirip insanlara kendilerini kötü hissettime çabası, ben ince fikir insanıyım derdi..
bu insanlar eleştirdikleri kadar varlar. ötesine sahip değiller. yazık.

bir de kaç zamandır içime oturan bir mesele var. benim uzun yıllar önce karar verip uygulamaya başladığım bir durum var. zaman zaman zorlanıp, kendimce çözümler üretiyorum. sonuç yine aynı fakat adı farklı oluyor. benim bu adı farklı olan duruma yöneldiğimi gören bir arkadaşım, muhtemelen kendi cesareti olmadığından bu işe kalkışacak, benim bu yönelişlerimden resmen zevk alıyor. öyle bir zafer edasıyla yükleniyor ki bana. "hani öyle böyle yapıyordun ne oldu?" aynı kapıya çıktğını söylediğimde aldığım cevap; "hadi hadi hehe". bunu bir kere yaptı, geçen gün yine tekrarladı. böyle yapacağını bildiğimden tavrım konusunda prova yapmıştım amma velakin sinirden yine kendimi savundum. halbuki savunmak yenilgiyi kabul etmektir, öyle değil mi? ben hatalı birşey yaptığımı düşünmüyorum ki.. kaldı ki o hiç yapmıyor! kendisinin yapamamasının telafisi bana yüklenmek midir? sadece kendini iyi hissediyor. oh mim bile beceremedi. zaten o kadar da gerekli değil.

işte ben bu tip insanların çevremde olmasından çok rahatsız oluyorum. iyi niyetten yoksun zavallı biçareler..

16 Nisan 2010 Cuma

napalım yani

hayatta yaptığım hiçbirşeyden pişman değilim geyiğini yapan insanlara gıcık oluyorum. ne oldu, çok mu güçlü göründün bu lafı sarfedince? ben pişman oldum. bunu söylemekten neden çekinir insanlar anlamam.
söylediğim bazı laflara, işlediğim günahlara vs. hep pişman oldum. insanız ve hata yapabiliriz öyle değil mi? bu "hiç pişman değilim" tribi hiç hata yapmadığını ispatlamaya çalışma çabası oluyor sadece. bu olsa olsa gamsızlığın göstergesi olur. dünya kadar günah işliyorsun ve pişmanlık yok. allah ıslah etsin ne diyeyim..

biri zamanında bu saçma ama delikanlı gibi görünen lafı etmiş, önüne gelen kopyalıyor. kimse üzerinde düşünmüyor ne dediğinin. maksat "cool" görünmek olsun. şimdi sanayi demirci olsa cool değil kul olalım fln derdi kesin. eheh.

25 Mart 2010 Perşembe

tidy up

bir insan tertipsiz, dağınık biriyse direk ondan soğuyorum. bazı insanlar kaos içinde yaşıyor resmen. her sabah darmadağın bir odada uyanmak sonra karmakarışık çekmecelerden giyeceğin şeyi bulmak.. adamların yaşam tarzı bu. hiç gelemiyorum böyle şeylere.
bir oda dağınıksa ben o odada oturamam, uyuyamam, film izleyemem. ya o odayı terk edeceğim ya da toplayacağım.
bunları çok çok düzenli bir insan olduğum için söylemiyorum. ama insanların nasıl dağınık olduklarını gördükçe, benim ne kadar düzenli olduğumu anlıyorum.

zero

geçen gün trafikte yaptığım bir hata yüzünden elemanın teki bana sıfır verdi. ha böyle eliyle sıfır yaptı. belki bambaşka bir anlamı vardır ama ben sıfır aldığıma yordum. ben de ona sıfır verdim, nezaketsiz sabırsız tavrı yüzünden. ama içimden verdim sıfırı.
sıfır! gazla!

17 Mart 2010 Çarşamba

deneme asla.

insan normal hayatında yemek blogu yazarı olunca zaman zaman kendi üzerinde denemeler yapabiliyor. hüsranla sonuçlanan bu denemelerimden birini az önce yedim. yedim çünkü açtım. yarısı hala bekliyor birazdan sabahki çay kalıntılarına ve yumurta kabuklarına kavuşacak.
bu denememizin konusu "hadi elimizdeki basit malzemelerle afili bir salata yapalım" dı. ama olmadıydı. neyse en azından olmadığınu öğrenmiş olduk. sağlık olsun.