11 Aralık 2009 Cuma

bubiblog

yeni bir blog daha açasım var.

2005'den beri o kadar çok blog açtım ki sayısını unuttum. şifrelerini unuttuğum hesaplarım bile vardır. genelde hep gizli bloglar. public olsa izlenme rekorları kırardım. eminim çünkü özel hayat takip etmeye bayılıyoruz. bazen öyle boş, işe yaramaz insanların bloglarını okuyorum ki kendime şaşıyorum. hayatı geyikten başka birşey olmayan saçma sapan tanımadığım insanlar. yüzyüze gelsem onlarla iki çift laf bile edemem ama bazen okuyorum işte. keşke hepsi şifreli yapsa da okumasam. allahtan bilgisayara format atıldı da unuttum girdiğim bir çok blogu. hatırlamak da istemiyorum.

18 Kasım 2009 Çarşamba

neden

neden bazı insanlar soru sorma bahanesiyle karşısındakini suçlar? sebebi bilinmeyen şeylere neden diye sormak demek senin yüzünden öyle oluyor demek.

9 Kasım 2009 Pazartesi

hani?

sen misin evin şeklini değiştiremeyen?
ofis sandalyesi iki büklüm bir şekilde masanın altına girmiş, koltuk önüne itilmiş, halının örtemediği parke kısımlar battaniye serilerek örtülmüş, koltukların minderleri kablolara ve kapıya erişimi engelleyecek şekilde yerleştirilmiş, sehpanın üzerinden kitaplar toplanmış....

2 Kasım 2009 Pazartesi

huy


geçen bahsettiğim mim nasıl birşeydi hatırlamıyorum ama yeni keşfettiğim garip olan iki huyumdan bahsedeyim. mandalinayı asla ikişer üçer yiyemem. muhakkak içindeki parçalar tek tek yenecek. ne kadar küçük olursa olsun iki parçayı birden çiğneyemiyorum. geçen gün yerken neden yıllardır böyle bidik bidik yiyorum ikişer üçer atıvereyim ağzıma diyince anladım.
bir diğer cins huy da evin şeklini değiştirememek. en başında nasıl koyduysak öyle. değiştirsem bile ertesi gün düzeltirim. mesela antrede çarpraz duran halıyı düz koymak istiyorum daha güzel ama yok evin havası değişiyor, yapamıyorum. hem zaten duvarlar tam paralel değil, milimetrik bir hata var. halıyı bir tarafa göre paralellesem, öbür taraf eğri oluyor, öteki tarafa yapsam diğer taraf.. biraz da bundan dolayı değiştiremiyorum. öte yandan değişikliğe bu kadr karşı olan ben mutfak dolaplarının içlerini, tezgahın üzerini fln sürekli değiştiriyorum o ayrı.

8 Ekim 2009 Perşembe

ebe sobe mime

mer mimlemişti beni. hakkımda bilinmeyenler mi ne öyle birşey. onu yazarım da bir ara, mimleme neden bu kadar papulır onu anlatayım.
şimdi; insanlar kendilerinden bahsetmeye bayılır. bir o kadar da başkalarının sırlarını öğrenmeye... mimleyince ne oluyor? hem onu bunu araştırıyor, hem de kendinle ilgili bilinmesini istediğin şeyleri istediğin gibi uzun uzun anlatıyorsun. al gülüm ver gülüm kampanyası. hakkımda bilinmeyen 7 gerçek diyor mesela. bilinmeyen şeyleri yazar mıyım hiç. kim kendisini blogunda sonuna kadar açar. hem neden açsınki o kadar.. ya da şöyle bir durum var. insanlar oturup madde madde kendini özetlemeye çekiniyor aslında. ama mimlenince napim kardeş talep var diyerek yazıyor gönül rahatlığıyla. yeni ben öyle olurum aslında. şimdi mesela durup dururken mutfağımın fotolarını çekip yayınlamam abes olur. ama biri mimlerse hobaa atlarım. insanlar istiyor görmek ben napim olur. mutfağımın fotolarını çekip yayınlamak için ölmüyorum, yanlış anlaşılmasın. ama cidden talep var. insanlar merak ediyor. hitlerim düşerse bunu yapabilirim bak. bir mimden nerelere geldik. yanlış anlama mer. blogların kanayan yarasına parmak bastım sadece. senin mimi cevaplamak istiyorum. kendine iyi bak öptüm bye.

d70s

elimde sevmediğim, bir türlü ısınamadığım birşey vardı. istediğim sonucu elde edemememin sebebi oydu. başka başka birşeyler olsa sonuç dehşet olurdu. o şeyi elden çıkardım, şimdi nereye baksam ondan bir iz.. tam istediğim gibi birşeyler görüyorum, bakıyorum müsebbibi o. kendi beceriksizliğimi sana attım, üzgünüm nik.

yaz dude

bu akşamı yazdan kalma bir akşam gibi hissetmeme sebep nedir acaba? güzel insanları görüp, güzel muhabbetler etmek mi? bu akşam ayrı bir hafif ve güzel, yaz gibi.. halbuki ben en çok güneşli kış günlerini ve kapalı yaz günlerini severim. ama en çok sonbahar.

3 Ekim 2009 Cumartesi

name story

bazı isimleri bir anne-baba neden çocuğuna koyar anlayamıyorum. mesela savaş ismi.. hasta mısınız? bir bebeğe savaş diye isim mi konur? o masum minik yavruya savaş diye seslenilir mi? bir de yeter diye bir isim var. genelde son çocuğun ismi olur yeter. adamın çok çocuğu vardır, bu son olsun diye yeter koyar. asıl sana yeter. zavallı çocuğa ömrü boyunca insanlar yeter diye seslenecek, yazık.
bir de demir, çelik gibi isimler var. dünya kadar isimden insanların seçtikleri isimlere bakın. şöyle anlamı güzel, mülayim isimler koysanıza çocuğunuza. ne bu agresiflik..

10 Eylül 2009 Perşembe

the mountain*

*http://fizy.com/s/113orp

beğendim.

goodnight moon*

anladımki bende birşeylere sinir oldukça bu bloga yöneliş var. iki gündür bir agresiflik, bir sinir hali aman yarabbi sormayın gitsin. mer dedi, dolunay varmış. dolunay olunca sinirli mi olunurmuş? şimdi bunu öğrendim ya, her dolunayda sinirlenirim ben. şartlandım çünkü. aslında herşey beynimizin bir oyunu. bugün annem uzun uzun anlattı. zaten ben yıllardır diyorum. yemekten sonra ay çok yedim, şiştim diye diye kendimizi şişiriyoruz. hayır yemedim diyerek beynimizi şartlandırmalıyız.
ben herşeye sinir olan bir insan olduğuma inandıkça öyle oluyorum. değilim pozitifim pozitifim..
bu bloga da bir allah'ın kulu uğramıyor. kombin yayınlayacağım göreceksiniz. o zaman izlenme rekorları kırarım yeminlen.

*http://fizy.com/s/16ph3c

9 Eylül 2009 Çarşamba

blotter

aslında twitter'ın çok saçma sapan birşey olduğunu düşünmeye başladım. şöyle ki; telefonda patronum zilyonlarca talimatı sıralıyor ardarda. ben de içimden susmasını istediğimi söylemek yerine twitliyorum. "yeter, anladık" genelde bu tarz twitleri zaten belli bir yaş gurubu giriyor diyecektim, vazgeçtim. bu twitleri msninde hertürlü zamazingo olan, kocasına kociş diyen, arabasının arkasını peluş oyuncaklarla süsleyen, hello kity seven tipler giriyor. bunların amacı belli; birisi merak etse de sorsa derdimi. sormuyorum, çatla. hatta seni şutluyorum listeden. hadi git beybi.
herkes bu elemanlar gibi twitlemese de twitin amacı bu. ne yaptık, ne ettik, ne hissettik yazalım. hiçbirşey içimizde gizli kalmasın. dökelim ortaya, hoba!
ama şimdi ben twitlememe kararı aldım ya, içimden nasıl twitik düşünceler geçiyor anlatamam. böyle giderse blogun twittoştan farkı kalmayacak.
masada tuzluk ve biberlik çiftinin ayrı yerlere konmasına sinir oluyorum. sofrada bütün çiftler yanyana oturuyor, tuzluk-biberlik ayrı. ne alakası var yani? masanın başında oturanlar tuzlu yemek isteyenler, diğer başında oturanlar da acı yemek isteyenler mi? öyle belli bir durum varsa söyleyin yani, bilelim.
ay allahım ne boş bir post oldu.

27 Ağustos 2009 Perşembe

düşenin dostu olmaz


geçenlerde en sevdiğim bardağımın içi çayla dolu olduğu halde rüzgarda uçarak kırıldı. onun en sevdiğim bardak olduğunu kırılınca anladım. kırılan parçaları hala atamıyorum. bir daha aynısından nerde bulurum bilmiyorum. aslında ona benzer zilyonlarca bardağım var ama o başkaydı. buraya fotoğrafını eklemiştim, nazara geldiğini düşünüyorum. artık yeşil çay da içemem.

ayrıca dün de takım halinde bir arada kalmış son bardak setinden de bir bardak eksildi. bu bardaklar geçinmeyi bilmiyor. altısı biraraya gelince mutlaka bir anlaşmazlık bir anlaşmazlık... koskoca rafa sığamıyorlar. birini göndermeden rahat edemezler. inanmazsınız çay kaşıkları da öyle. geçen bir baktım 11 taneler. diğeri nerde dedim. yok biz görmedik bilmiyoruz bıdı bıdı. mızmızlar birlikte yaşamayı öğrenemediler birtürlü!

4 Ağustos 2009 Salı

odak hanım

kafa yoğunluğundan hiçbirşeye odaklanamamak diye birşey var. dışardan bakınca aynıyım ama odaklanamıyorum. ne demek bu odaklanamama meselesi? akşama misafir gelecek olmasına rağmen, ütüler, temizlikler bekliyor olmasına rağmen, yavruyu sallarken bunların hiçbirini düşünmeden kitap okumak veya gözleri dinlendirmek fln. yani dinlenmeye odaklanmak. ama ben sürekli kafamda o işleri hallediyorum. yerimden kalkıp hala işleri beni bekler görünce de moralim bozuluyor belki.. plan yapıp durma işte, bir kek bir börek, bir ütü değil mi? kafa çalıştırmayı gerekecek bir olay değil. başına geçince yaparsın. ama yok beyin sürekli yerden oyuncakları topluyor, bulaşık makinesini boşaltıyor. sonuçta anne yoruluyor. bari beynimde pilates fln yapayım da forma gireyim. işe yarayacağına inanıyorum.

3 Ağustos 2009 Pazartesi

tembeliko dedin dedin, tembeliko oldum


eskiden beri okul arkadaşlarım hakkında bir tesbitim var, şöyle ki;
okuldan nefret ediyoram, ıyranç diyenler genelde okula gitmek için yırtınanlar. bu tiplerin okulu işkence kampı gibi gördüklerini düşünüyorum. ders saatleri yazacağı yere; vardiya saatleri yazmalar, yaz okulu kabusu, matematik belası demeler falan da filan.. nedense okulu sevince inek olacaklarını zannediyorlar. tamam, hepimiz okuldan nefret ederiz filan ama bunu kimsenin gözüne sokmaya gerek yok. üstelik okula gidicem diye aileni, dini inançlarını çiğniyorsan sus bence.
mesela benim okulu sevmeme triplerimin de okulla bir alakası yoktu aslında. bunu okumak istediğim halde neden nefret ediyorum diye düşününce anladım. benim derdim sadece sabah erkenden kalkıp giyinip yollara düşmekle alakalıydı. ona uygun çözümü de ikibinli yılların başında bulup düzelttik allah'a şükür. ha bir de hem okumak isteyip, hem de yeni sistemi sevip hala ders çalışmama durumu var ki onu hala anlayabilmiş değilim. öğrenci psikolojisi dedikleri bu olsa gerek. başarılı olmak istediğim halde tam çalışmadım. hiçbir sorumluluğun yok, otur çalış di mi? ama yok illa bir itekleme lazım.
işin garibi, bu kadar tembelliğime rağmen insanlar hala benim için çok çalışkan ve disiplinli diyorlarmış ona şaşıyorum. ders notlarının iyi olmasının bununla bir ilgisi olmadığını anlasalar. aslında ben çok tembel bir öğrenciyim, ders notlarımın iyi olması tamamen zekayla alakalı. düşününce valla kendimi çok tembel hissediyorum. matematik, kimya hiç bilmiyorum gibi sanki. neyse oğlan okula başlasın, oturur onunla sıfırdan öğrenirim. temelden ne güzel.

3 Temmuz 2009 Cuma

hayat sadece

ben ne istediğime karar verene kadar yıllar geçiyor. önemli birşey yapmak istiyorum ama ne? aslında olmak istediğimi oldum ama sadece oldum. o sıfatı aldım, daha da birşey yapmadım.

önceleri hep erteleme modundaydım. şimdi ertelemek istemiyorum ama ne yapacağımı bilmiyorum. yazmak istiyorum ama okumuş olmadan yazılmaz. okuyayım ama nerden başlasam ne okusam. böyle kendi kendime kararsız kararsız duracağıma ne istediğini bilip emin adımlarla ilerleyen bir guruba takılmaya başladım. belki olmam gereken şey konusunda gaza gelip harekete geçerim. ufkumu genişletmem lazım. bu kısır döngüden sıkıldım. bazı tabuları yıkmaya karar verdim. hayat sadece yemek içmek değil.

26 Haziran 2009 Cuma

we don't need your education

aylardır hof şunu yetiştiremedim, aman bunu halledemedim diye hayıflanıyorum. kime ne faydası var? hiç! insanlara ne kadar zor durumda olduğumuzu anlatmak zorunda değiliz. mesela yaşadığım extrem bir durum var, benzerlerini yaşayan veya yaşayacak olan birilerini görünce anlatmadan edemiyorum. halbuki ne gerek var değil mi? anlatmaktaki amacım öğüt vermek mi, yoksa hayatın bana ne kadar acımzasız davrandığından onları da haberdar etmek mi? aslında durup düşünecek olursak görünen o zor hayatın yanında beni çok rahatlatan şeyler de var. belli bir duruma mahkum olmuş, sıkıntı çekiyorum. daha ne kadar sürecek belli değil, bütün sosyal hayatımı etkiliyor. ne kadar kötü değil mi? olaya şöyle de bakabiliriz; kendi halimde takılmak istiyorum, bunun için büyük fırsat. ya da bu olayla alakasız olarak benim durumumda olan insanların yaşamaya mahkum olduğu bazı şeyler var. ben bunları ya hiç ya da çok az yaşıyorum. genele göre çok şanslıyım aslında. ama nedense insanlara durumun hep zorluğunu anlatasım geliyor. allah'a şükür, kolaylaştırıyor desem kendime haksızlık etmiş olacağım sanki. o kadar da kolay olmadığını bilmeliler diyor bir yanım. bu olayların dışındayken, bunu yaşayanlara ne kadar anlayışsız davarndığımı hatırlayıp, herkese bildirmek istiyorum. zaten herşey çok zor, benim işlerimi yetiştirebilmem mucize vs. tabi bu durumda herkes kendi kafasında tavsiyeler oluşturmaya başlıyor. ne yapalım arkadaş, şikayet ettiysen tavsiye arayışındasın demektir, otur dinle. e madem zor yapma, az yap, çok yap, boşver, devam et, napalım bu iş öyle kolay değil, e peki bıdı bıdı versen olmuyor mu, neden olmuyor, sen yapmadın tabi, böyle kolayına geldi baştan sıkı tutsaydın vs. vs..... insanlar tam olarak durumu bilmeden konuşuyorlar. şikayet etmeye hakkım yok, onlara yakınan bendim, tavsiye verecekler elbet. peki madem tavsiyelerden bıktım neden derdimi anlatıyorum? bu işin zorluğunu anlatmasam nerden bilecekler? görüyorlar evet ama anlatıp durmasam aa yazık deyip geçecekler. geçenlerde psikoloijik danışmanım babam söyleyince dank etti kafama; kimseye yapamadığın, yetişemediğin şeyleri anlatmak zorunda değilsin, olmayan şeyi sen söylemesen nerden bilecekler. aa doğru, ama gel de uygula.

yanlız şöyle de birşey var, sen yakınmasan da insanlar tavsiye vermeye aç! mutlaka onun dediğini yapmalısın. senden daha iyi bilen birileri mutlaka vardır, sen cahil ve gençsin nerden bileceksin. bırakırsanız tecrübe edeceğim teyzeler amcalar..

21 Mayıs 2009 Perşembe

laylaylay

kocasından kociş diye bahseden kadınların evlenip barklanmış, yuva kurmuş kocaman insanlar olduğuna inanamıyorum. evlenecek kadar büyümüşsün, koskoca bir evi idare edecek kadar sorumluluk sahibi olmuşsun ama kociş aşağı kociş yukarı. kociş ne ya? kocalar da kariş desin o zaman. elele tutuşup kırlarda koşun, kovalamaca fln oynayın siz.

22 Nisan 2009 Çarşamba

atmosphere thing

herzaman beynimden gürül gürül akan kelimeler, nerdesiniz? yazacak çok şeyinin ve hiçbirşeyinin olmaması ne kadar kötü. belirsizliklerden nefret ettiğimi söylemiş miydim? ayrıca düzen değişikliğinden de.. atmosfer değişimi.. bazen bir insan, bir film atmosferimi değiştirebiliyor. düzeltmek çok zor, kolay kolay dönüşmüyor eskisine. bazen çook eski atmosferler gelir aklıma. deja vu gibi birşey. kaybolmasın diye uğraşırım ama saniyelik olur genelde. hayır ama yok anlatmaya çalıştığım şey tam olarak deja vu değil. eski atmosferleri özlediğim zaman diyorum ki, elindekine bak, gün gelecek özlediğin bu olacak. ama atmosfer değişmeden şuankini anlayamıyor insan. ne zaman ki şartlar vs. değişiyor, işte o zaman diyorsun hey gidiyya.

belirsiz durumlarda insanın hiçbirşey yapası gelmez. zannedersin ki herşey rayına oturunca yapacaksın planları. hiç de öyle olmaz, sen yine aynı tas aynı hamam. şimdi neysen düzen oturunca da o olacaksın. hatta daha da karışık olabilirsin. meşgalen artacak belki. halbuki birşey yapmak için en iyi an o an.

17 Nisan 2009 Cuma

annem babam için yazıyorum türkiye

az önce kitaplı foto ekleyince kitaptan bir kaç alıntı yapıp yazma sevdasına düştüm. aslında kitapta öyle unutmayayım aman herkeslerle paylaşayım türünden bir pasajla rastlaşmadım. kitap herkesle paylaşmaya değmez bir kitap demek istemiyorum, aksine herkesler okusun istediğim, tahminimden çok daha hoş bir uslüpla yazılmış bir kitap. ama diyeceğim o ki; ben öyle kitaplardan alıntılar yapan bir blogger değilim, olamadım da.. zamanında ona buna özenip çok denedim ama olmadı. birşeyler eksik kalıyor, okunulası olmuyor yazdıklarım. zaten istemiyorum artık. kitaptan o kitabı okumayanların hiçbir şekilde mana çıkaramayacağı alıntılar yapmak da boş ve gereksiz zaten. misal; "ve gitti genç adam. bir daha dönmemek üzere..." bunu radyocular da yapar. kendince romantik zannettiği bir ses tonuyla, show tv trajedik olay haber müziği fondayken okur radyocu. ah o müziği bulsam da eklesem şuraya tam olurdu. karşılaşırsak mırıldanırım sizin için. radyocular hakkında saatlerce yazabilirim. ama şuan saatlerimiz 22:20'yi gösteriyor, webmekteb fm'desiniz, bizlere 0212 alan koduyla bıtbıtbıt nolu telefonlardan ulaşabilirsiniz. mesaj göndermek için web yazın bir boşluk bırakın mesajınızı yazın ve 9080'e gönderin. evet, saatlerimiz 22:23 oldu. uzun bir süt molasından sonra sizlerle kaldığımız yerden devam edeceğiz. yerlerinizden ayrılmayın.

enga

sanmayınki bütün gün bu haldeyim. fotoğrafı çekmemle büyü bozuldu. çay da soğudu.

almıyim kalsın

susuzluk canıma tak etmişken önümde içecek namına dumanı üstünde çay görünce azabı düşündüm. bak ne diyor allah;

Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin. Biz, zalimlere öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepe çevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) imdat dileyecek olsalar imdatlarına, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. Ne fena bir içecek ve ne kötü bir kalma yeri!

24 Mart 2009 Salı

son

o kadar uzun zaman oldu ki şifremi bile unutmuşum. okul bitti dostlarım. bitirme aşamasında yaşadıklarımı ha bugün ha yarın yazaym derken hayatımın şokunu yaşadım. sonra da buralara uğrayamaz oldum. günlerden birgün kapım çaldı ve kargo görevlisi açmamı beklemeden kapıya bir paket bıraktı gitti. açtım baktım ne göreyim.. it's my diploma! çok da şaşırmadım aslında çünkü chrisle yazışıp duruyorduk bu konuda bir süredir. ama çok uzun sürdü gelişi. ayrıca bir ücret filan da istemediler. haziranda diploma törenine çağırıyorlar. gitmek isterdim ama artık bir ayak bağım var. kısmet belki de gideriz. biletimi karşılayan bir sponsor olursa kepimin üzerine reklam alıyorum.

artık burda yazar mıyım bilmiyorum. bu günler de güzeldi. iyi ki yazmışım. artık webmektebsel yazacak birşeyim kalmadı. havadan sudan devam edebilirim belki..